GAVS VELİ-ÜL AZAM ABDULLAH HAZRETLERİ ''KS.''
  L) FİRASET NEDİR ?
 

            Düşüncede tutarlı olmak, bir şeyde düşünerek davranmak ve basiretli hareket etmek, bir şeyin gerçek mahiyetini görebilmek. Bir kişi işlerin iç yüzünü görebildiği, önceden tahmin edip, düşünebilme kabiliyet ve maharetine sahip olduğu müddetçe firasetli sayılır.
            Bir müslüman kalbini kin, nefret, münafıklık, çekememezlik, düşmanlık ...vb. her türlü kalb hastalıklarından temizleyip, iman nuru ile takva muhabbetiyle doldurduğunda, aynaya akseden eşyanın sureti gibi bazı sırlar adeta cilalanmış olarak kalbine akseder, "başkalarının gönüllerindeki saklı olan şeyleri de keşfedebilir ki, işte bu gerçek "firasettir". Nitekim Hz. Peygamber "müminin firasetinden sakınınız; zira o Allah Teâlâ'nın nuru ile bakar" (Suyûtî, el-Câmiu's-Sağır, 1, 24) buyurmuştur (Gazzalî, İhyau Ulumi'd-Din tıc. Ahmet Serdaroğlu, İstanbul 1973, II. 726).
           Firaset kabiliyetinin iman nuru ile yakından alakalı olduğunu destekleyen şu ayeti burada hatırlatmak gerekir. "Ey iman edenler! Şayet Allah'dan ittika ederseniz, o size fürkân (hem zahir, hem batında hak olanı olmayandan, iyiyi kötüden, temizi habisten ayırt edici bir marifet ve nur) verir" (el-Enfâl, 8/29) (Elmalılı Hamdı Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, IV. 2392).
           Yukarıda sözü edilen hadiste iki ayrı yorum yapılmıştır: Birincisi, hadisin zâhirinin delalet ettiği anlamdır ki, bunu Allah Teâlâ, evliyasının kalbine koyar da, onlar da bunun sayesinde kerâmet, isabetli zan ve hades (başkalarının bilmediği şeyleri bilebilme yeteneği) çeşitleri ile insanlardan bazısının durumlarını bilirler. İkinci görüşe göre ise; hadiste sözü edilen firaset, delillerle, tecrübelerle, yaratılış ve ahlâkla öğrenilen bir tür (maharettir) ki, bazıları insanların bâtın hallerini bu maharetleri sayesinde bilebilirler (İbnü'l-Esir, en-Nihâye, Beyrut (t.y), III. 428).
           Bu tecrûbî ve rasyonel izahın da hadislerde izahını bulmak mümkündür. Zira Hz. Peygamber mümini akıllı, zeki ve ince görüşlü olarak tavsif etmekle (Suyûtî, a.g.e., Şam(t) II. 571), iman ve takva sayesinde elde ettiği firâseti sayesinde her türlü hile, tuzak ve entrikaya da düşmemesi gerektiğini de şu hadisleri ile işaret etmişlerdir: "Mümin bir kovuktan iki defa ısırılmaz (Buhâri, edeb, 83; Müslim, zühd, 63; Ebû Davud, edeb, 29; İbn Mace, fiten, 13; Darimi, rikak, 65; Ahmed b. Hanbel II. 1 15).
           Hizmet eden kişi, hizmetine devam ettiği müddetçe mânen de terakkî etmelidir. Gönlünü Rabbine lâyık-ı vechile verip ihlâs, edeb ve tevâzu üzere kulluk vazifesini kemâliyle yapmaya gayret etmelidir. Hizmet ehli, rûhen inkişâf ve terakkî edemezse, yaptığı hizmetler ekseriyetle tersine tahakkuk eder. Böyle olunca yapılması îcâb edeni yapmaz, yapılmaması îcâb edeni yapar.
          Çünkü firâset sâhibi olamamıştır. İş böyle cereyân edince de hizmetten semere alınamaz ve yorgunluktan başka bir şey elde edilmez. Çünkü niyeti zayıf olduğu için -her ne kadar kendini kusursuz görse de- Cenâb-ı Hakk’ın nusretinden mahrum kalır. Bu bakımdan ilâhî muhabbet ve nusrete nâil olabilmek için, gönüllerimizin takvâ duygusu ile olgunlaşmasına ehemmiyet vermemiz îcâb eder. ( Gavs Veli-ül Azam Abdullah Hz. 'KS.' )
 
 
  Bugün 41 ziyaretçi (48 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol